Aslında anketler, bu tabloyu önümüze sermişlerdi. Ancak gerek Gezi olaylarını, gerekse de 17 Aralık operasyonunu hesaba katarak AKP'nin oy oranının değişeceğini düşüncesi yaygındı sosyal medyada. Evet, bu iki olay sebebiyle AKP oyları değişti, ancak bu değişim AKP içim olumlu bir düzeyde oldu. Burada Erdoğan'ın krizi nasıl fırsata çevirdiğini anlatacağım.
Mayısın sonunda çıktık sokaklara, büyük kalabalıklar toplandı. Zannediyorduk ki, AKP'yi derinden bir titreteceğiz. Sonraki günleri hatırlayın... Erdoğan uzlaşı çabasına girdi mi hiç? Yumuşak söylemlerde bulundu mu? Maalesef hayır. Erdoğan, olaylarda rant sağlama peşindeydi... Nasıl oldu bu? Türbanlı bacılarıma saldırdılar dedi, camide içki içtiler dedi, polisimize saldırdılar dedi, kamu malına zarar verdiler dedi. Bunlar için CHP ve MHP'yi açık hedef gösterdi. Dış mihrakların AKP'yi devirmeye çalıştıklarını belirtti. Bu söylemlerin doğru ya da yanlış olduğunu tartışmıyorum burada. Sadece söylenenler. Erdoğan, o dönem çıktığı her mitingde mağdur olduğunu ifade etti.
Aralık oldu... 17 Aralık... Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu. Gene dedik ki, aha şimdi bitti olay. Ama Erdoğan ve ekibi bir kez daha siyasi zekasını konuşturdu. Gene dış mihraklar dedi, Pensilvanya dedi. CHP dedi, Pensilvanya ile birlik oluyor dedi. Seçim döneminde çıktığı her mitingde yineledi bunları. Mitinglerde en son konuşulan şey, şehirlere verilecek hizmetti. Ana günden 17 Aralık ve Gülen cemaatiydi.... Tekrar dedi ben mağdurum, bizi yıkmaya çalışıyorlar.
Biz sandık ki Gezi Erdoğan'ın sonu; yanıldık. Gezi, Erdoğan'a oy kaybettirmedi; oy getirdi. Erdoğan dış mihrak dedikçe ona oy vermeyen Saadet Partili mührü ampüle basma kararı aldı. Erdoğan marjinal grup dedikçe Büyük Birlik Partili, oy pusulasında AKP mührünü arar oldu.
Biz sandık ki Cemaat, AKP'yi yiyip bitirecek. Tapeler montajdır, gerçektir; bu bu yazının konusu değil, bunu tartışmıyorum. Ama Erdoğan montaj dedikçe AKP'ye oy veremeyen muhafazakar seçmen AKP mitinglerini doldurur oldu.
Erdoğan ve ekibi, krizi fırsata çevirmeyi çok iyi bildi. Biz Erdoğan'ın kan kaybetmesini beklerken, o bizi kendi silahlarımızla vurdu. Özellikle büyükşehirlerde Saadet Partisi ve BBP oyları yok oldu adeta, AKP'ye inanılmaz bir kayma oldu. AKP böylelikle büyükşehirlerde oylarını arttırarak istikrarını korudu.
Toplumu Erdoğan ve ekibinden daha iyi okuyamadıkça muhalefet kalmaya mecburuz.
31 Mart 2014 Pazartesi
AKP Nasıl Gider?
AKP NASIL GİDER?
1-)Koalisyon Hükumet
a-) MHP-CHP Koalisyonu
İki parti güçlerini birleştirerek %40 bandına ulaşmaya çalışacak. Oy olarak AKP yakalanamasa dahi, sandalye sayılarında bir denge oluşacak. AKP tek başına hükumet kuramayacak ve koalisyon formülüne gidilece. Böyle bir güç birleştirmesi 2014 Yerel Seçimlerinde Ankara'da yaşandı ve başarılı denebilecek bir sonuç alındı.
Ancak burada sorun şu;
Siyasi partiler rant üzerine kurulu oluşumlardır. Sizin, benim gibi düşünmezler. Biz isteriz ki birlik olsunlar; öyle seçime girsinler. Oysa gerçekte, partilerin kendi içlerinde bir koltuk kapma yarışı vardır. Bu sebeple MHP CHP arası bi güç birliği düşünülemez. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak bir aday çıkarılabilir ancak genel seçimlere beraber girmek gibi bir durum söz konusu dahi değildir.
b-) Mevcut Oyların Bölünmesi
Muhafazar kanat yeni bir gücün ortaya çıkması AK Parti oylarını bölebilir. Ancak bu oluşum, AKP'den kopan ya da kopabilecek güçlü bireyler tarafından kurulmalıdır. Örnek vermek gerekirse Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi isimler. Yeni parti seçime girer, oyları AKP'nin tek başına hükumet kuramayacağı oranda böler. Tekrarda koalisyon yöntemine başvurulur.
Ancak AKP kendi içinde güçlü bir kurum. Bu tür bölünmelerin yaşanmasını beklemek biraz fazla hayalcilik. A durumunda olduğu gibi, bu durum da pek de olası görünmüyor.----------------------------------------------------------------------------------------------------
2-) Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu
Bu operasyon çerçevesinde ilerleyen hukuki süreç ve başlatılması muhtemel yeni süreçler geleceğin siyasetinde etkili olabilir.
Süreç sonrası kişiler aklanabileceği gibi; suçlu bulunup siyasi yasaklılık, hapis cezası gibi hükümler giyebilirler.
Ancak böyle bir davanın sonuçlanması en az 6-7 yıl alacaktır. Ortada bir suç olup olmadığı hakkında yorum yapmıyorum; ancak şu bir gerçek: on yılı aşkın bir süredir devletin başında olan bir oluşum, eğer suç işlemişse(net bir yargı bildirmiyorum, lütfen dikkat edelim) bu suçu gizleyecek bir yeterliliğe çoktan ulaşmıştır.
Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi de pek muhtemel değil ve çok uzaktır.----------------------------------------------------------------------------------------------------
3-) Devlet Büyüklerinin Uygunsuz Görüntüleri
Sosyal medyada yer alan bazı söyletilerin gerçek çıkması sonucu yaşanacaklardır. İddialara göre devletin üst kademelerinde yer alan bireylerin uygunsuz görüntüleri "birileri" tarafından muhafaza edilmekte.
Söylentiler gerçekse ve bu tür görüntüler ortaya çıkarsa; iktidar ile halk arasında inanılmaz bir güvensizlik oluşacak. Bu da mevcut iktidarın sonunu getirecektir. Şahsi görüşüm, bireyin özel yaşamının siyasete yansımamasıdır. Ancak halkımız, özellikle cinsellik konusunda büyük bir duyarlılık içindedir. Böyle bir durumu affetmeyecektir.
Ancak burada da bir takım vicdani sorunlar var. Bu tür kirli oyunlar ile siyasetimizin şekillenmesini gerçekten istiyor muyuz? Bugün mevcut iktidarı bu şekilde zora düşürenler, yarın seni-beni de aynı şekilde zora düşüremezler mi? Yani böyle bir durumda mevcut iktidarın gittiğine sevinirken, yarın kendi özelimizin yayınlanması durumu vardır. Siyasette böyle kasetlerden medet ummak yerine, bu durmlar ile mücahadele etmeliyiz.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
4-) Darbe
Özellikle hiç darbe görmemiş 90 neslinin dilindedir "Asker Göreve" sözleri. Askeri yönetim, en baskıcı yönetimden daha baskıcı olmuştur. Bugün evet internetimize bir takım yasaklar getiriliyor, yaşamımıza müdahale ediliyor. Ancak askeri yönetim zamanlarını hatırlayın. İnsalar o zamanlar korkudan kitaplarını yakmak-gömmek zorunda kaldılar. Yayınların çoğu yasaklandı. Askeri Darbe ile ne hale geleceğimiz bellidir, bu hükumeti arar oluruz.
Mevcut hükumetten her ne kadar ben de rahatsız olsam da, böyle bir müdahalenin de tam karşısında yer alacağım. Demokrasinin bu şekilde baltalanmasını isteyenler, hiç de çıkıp özgürlükten dem vurmasın ayrıca.----------------------------------------------------------------------------------------------------
5-) Yeni Bir Oluşum
Gözüm, hükümeti değiştirebilecek tek mantıklı yoldur. Yeni bir parti gerekli, isimleri eskilerden olsa da olur. Bu parti İzmirliyi de kucaklayacak, Şırnaklıyı da Konyalıyı da... AKP gibi, tüm Türkiye'nin partisi olacak. Ama bu yetmez, partinin kurucalağı, ortaya çıkacağı dönem de çok önemli. AKP'yi hatırlayalım... 2001 ekonomik krizinin ardındani halk mevcut hükumetten illallah demişken ortaya çıktı ve inanılmaz bir başarı yakaladı.
Aynı formül kesin bir başarı yakalayacaktır.
Eğer bu hükumeti daha fazla istemiyorsak başımızda, gözleyeceğimiz senaryolar bunlardır. Demokrasinin baltalanmasını, kirli oyunlar ile tezgah kurulmasını isteyenler varsa aranızda, onları vicdalarıyla baş başa bırakıyorum. En demokratik ve mantıksal yollar koalisyon ve yeni oluşum yollarıdır.
Ama asıl görev partilerin değil halkındır. Batı, Anadolu insanını "köylü, cahil, göbek kaşıyan adam" olarak görmekten vazgeçmelidir. Bu ülkede herkese kucak açmadan başa gelmenin demokratik bir yolu yoktur....
1-)Koalisyon Hükumet
a-) MHP-CHP Koalisyonu
İki parti güçlerini birleştirerek %40 bandına ulaşmaya çalışacak. Oy olarak AKP yakalanamasa dahi, sandalye sayılarında bir denge oluşacak. AKP tek başına hükumet kuramayacak ve koalisyon formülüne gidilece. Böyle bir güç birleştirmesi 2014 Yerel Seçimlerinde Ankara'da yaşandı ve başarılı denebilecek bir sonuç alındı.
Ancak burada sorun şu;
Siyasi partiler rant üzerine kurulu oluşumlardır. Sizin, benim gibi düşünmezler. Biz isteriz ki birlik olsunlar; öyle seçime girsinler. Oysa gerçekte, partilerin kendi içlerinde bir koltuk kapma yarışı vardır. Bu sebeple MHP CHP arası bi güç birliği düşünülemez. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak bir aday çıkarılabilir ancak genel seçimlere beraber girmek gibi bir durum söz konusu dahi değildir.
b-) Mevcut Oyların Bölünmesi
Muhafazar kanat yeni bir gücün ortaya çıkması AK Parti oylarını bölebilir. Ancak bu oluşum, AKP'den kopan ya da kopabilecek güçlü bireyler tarafından kurulmalıdır. Örnek vermek gerekirse Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi isimler. Yeni parti seçime girer, oyları AKP'nin tek başına hükumet kuramayacağı oranda böler. Tekrarda koalisyon yöntemine başvurulur.
Ancak AKP kendi içinde güçlü bir kurum. Bu tür bölünmelerin yaşanmasını beklemek biraz fazla hayalcilik. A durumunda olduğu gibi, bu durum da pek de olası görünmüyor.----------------------------------------------------------------------------------------------------
2-) Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu
Bu operasyon çerçevesinde ilerleyen hukuki süreç ve başlatılması muhtemel yeni süreçler geleceğin siyasetinde etkili olabilir.
Süreç sonrası kişiler aklanabileceği gibi; suçlu bulunup siyasi yasaklılık, hapis cezası gibi hükümler giyebilirler.
Ancak böyle bir davanın sonuçlanması en az 6-7 yıl alacaktır. Ortada bir suç olup olmadığı hakkında yorum yapmıyorum; ancak şu bir gerçek: on yılı aşkın bir süredir devletin başında olan bir oluşum, eğer suç işlemişse(net bir yargı bildirmiyorum, lütfen dikkat edelim) bu suçu gizleyecek bir yeterliliğe çoktan ulaşmıştır.
Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi de pek muhtemel değil ve çok uzaktır.----------------------------------------------------------------------------------------------------
3-) Devlet Büyüklerinin Uygunsuz Görüntüleri
Sosyal medyada yer alan bazı söyletilerin gerçek çıkması sonucu yaşanacaklardır. İddialara göre devletin üst kademelerinde yer alan bireylerin uygunsuz görüntüleri "birileri" tarafından muhafaza edilmekte.
Söylentiler gerçekse ve bu tür görüntüler ortaya çıkarsa; iktidar ile halk arasında inanılmaz bir güvensizlik oluşacak. Bu da mevcut iktidarın sonunu getirecektir. Şahsi görüşüm, bireyin özel yaşamının siyasete yansımamasıdır. Ancak halkımız, özellikle cinsellik konusunda büyük bir duyarlılık içindedir. Böyle bir durumu affetmeyecektir.
Ancak burada da bir takım vicdani sorunlar var. Bu tür kirli oyunlar ile siyasetimizin şekillenmesini gerçekten istiyor muyuz? Bugün mevcut iktidarı bu şekilde zora düşürenler, yarın seni-beni de aynı şekilde zora düşüremezler mi? Yani böyle bir durumda mevcut iktidarın gittiğine sevinirken, yarın kendi özelimizin yayınlanması durumu vardır. Siyasette böyle kasetlerden medet ummak yerine, bu durmlar ile mücahadele etmeliyiz.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
4-) Darbe
Özellikle hiç darbe görmemiş 90 neslinin dilindedir "Asker Göreve" sözleri. Askeri yönetim, en baskıcı yönetimden daha baskıcı olmuştur. Bugün evet internetimize bir takım yasaklar getiriliyor, yaşamımıza müdahale ediliyor. Ancak askeri yönetim zamanlarını hatırlayın. İnsalar o zamanlar korkudan kitaplarını yakmak-gömmek zorunda kaldılar. Yayınların çoğu yasaklandı. Askeri Darbe ile ne hale geleceğimiz bellidir, bu hükumeti arar oluruz.
Mevcut hükumetten her ne kadar ben de rahatsız olsam da, böyle bir müdahalenin de tam karşısında yer alacağım. Demokrasinin bu şekilde baltalanmasını isteyenler, hiç de çıkıp özgürlükten dem vurmasın ayrıca.----------------------------------------------------------------------------------------------------
5-) Yeni Bir Oluşum
Gözüm, hükümeti değiştirebilecek tek mantıklı yoldur. Yeni bir parti gerekli, isimleri eskilerden olsa da olur. Bu parti İzmirliyi de kucaklayacak, Şırnaklıyı da Konyalıyı da... AKP gibi, tüm Türkiye'nin partisi olacak. Ama bu yetmez, partinin kurucalağı, ortaya çıkacağı dönem de çok önemli. AKP'yi hatırlayalım... 2001 ekonomik krizinin ardındani halk mevcut hükumetten illallah demişken ortaya çıktı ve inanılmaz bir başarı yakaladı.
Aynı formül kesin bir başarı yakalayacaktır.
Eğer bu hükumeti daha fazla istemiyorsak başımızda, gözleyeceğimiz senaryolar bunlardır. Demokrasinin baltalanmasını, kirli oyunlar ile tezgah kurulmasını isteyenler varsa aranızda, onları vicdalarıyla baş başa bırakıyorum. En demokratik ve mantıksal yollar koalisyon ve yeni oluşum yollarıdır.
Ama asıl görev partilerin değil halkındır. Batı, Anadolu insanını "köylü, cahil, göbek kaşıyan adam" olarak görmekten vazgeçmelidir. Bu ülkede herkese kucak açmadan başa gelmenin demokratik bir yolu yoktur....
29 Mart 2014 Cumartesi
2014 Yerel Seçimi Tahminleri
Öncelikle üç büyük ilimiz.
İSTANBUL
2014 Seçimleri için genel olarak söyleyebilceğim şey; 17 Aralık operasyonu AKP'yi oy bağlamında etkilemeyecek.
İstanbul'da 2009 seçimlerinin bir tekrarı yaşanacak ve Kadir Topbaş tekrardan belediye başkanı seçilecek

ANKARACHP'nin Mansur Yavaş hamlesi, siyasi olarak gayet iyi bir hamleydi. CHP'nin oyları bu sayede artacak şehir genelinde. Bir kaç kritik ilçenin CHP'ye geçeceğini düşünüyorum ancak genelde Melih Gökçek koltuğunu korumayı başaracaktır.

İZMİRCHP'nin kalesi İzmir.
AKP, İzmir'i istediğini Binali Yıldırım'ı aday göstererek açıkca belli etti. Bu hamle, AKP'yi oy oranı olarak CHP'ye yaklaştırabilecek bir hamleydi. Ancak burada iki adet durum işleri değiştirdi
+Gezi olaylarında ve sonrasında Erdoğan'ın ayrıştırmacı üslubu AKP'nin CHP tabanından çalacağı oyların önünü tıkadı.
+17 Aralık operasyonu sonrası, bölge seçmini AKP ile köprüleri iyice attı
Bu nedenle İzmir'de de 2009'un bir benzerini göreceğiz ve Aziz Kocaoğlu görevine devam edecek

Yani işin özü şudur ki, üç büyük şehirde fazla bir değişim yaşanmayacak. Peki bu seçimin sonuçlarını belirleyecek kritik iller hangileri?
-Adana
-Antalya
-Aydın
-Balıkesir
-Bartın*
-Bursa*
-Çanakkale
-Denizli*
-Erzurum*
-Eskişehir
-Gaziantep*
-Hatay
-Kahramanmaraş*
-Kayseri*
-Manisa
-Mersin
-Kocaeli*
-Muğla*
(*) ile işaretlenmiş illerde partiler arası oy farkları çok fazladır, hangi partinin kazanacağı önceden bellidir. Muğla hariç illerde AKP'nin üstünlüğü, Muğla'da ise CHP'nin üstünlüğü açık bir şekilde ortadadır. Burada etkili olacak durum, partiler arası oy farklarının ne denli değişeceğidir. Bu bölgelerde AKP; 2011 Genel Seçimlerinde, 2009 Yerel Seçimlerine oranla olağanüstü bir oy artışı yakalamış, puan bandında 48'i görmesi bu sayede olmuştur. Eğer aynı üstünlüğü koruyabilirse oy bandında tekrar 50'ye yakın olacaktır. Ancak muhalefet partileri bu illerde, AKP'yi yakalayabilirlerse; AKP oyları 40 bandına çekilecektir. Kişisel tahminlerime göre bu şehirlerde yönetimler değişmeyecek, ancak AKP oy kaybedecektir.
(*) ile işaretlenmemiş illerde ise partiler arası oy farkları çok azdır. İki, hatta üç partini birbiriyle çok yakın olduğu illerdir bunlar. Yerel seçimlerin en büyük süprizleri bu illerde yaşanmakta, kimi illerde farklar 1 puanın dahi altına inmektedir. Geneldeki oy oranlarını çok da değiştirmeyeceklerdir bu iller, partilerin alacakları kemik oy oranları bellidir. Gezi ve 17 Aralık'ın en büyük etkisini görebileceğimiz iller bunlardır. AKP tabanında ayrılacak en ufak gruplar dahi seçim sonucunu değiştirebilecek birer unsurdur.
•Manisa'da MHP, Aydın'da CHP bir kaç adım önde görünmektedir.
•Çanakkale ve Antalya ise AKP ve CHP'nin kıyasıya yarışına sahne olacaktır; kişisel görüşüm CHP'nin bu yarışı önde bitireceği yönündedir.
•Bartın halkı ise Demokratik Açılım sürecinden duydukları rahatsızlığı sandığa yansıtacak gibi görünüyor; MHP 2011'de aldığı yaraya rağmen ayağa kalkacak ve AKP ile MHP'yi başbaşa izleyeğiz.
•Eskişehir ise merakla beklediğim illerden. Halkın Yılmaz Büyükerşen hayranlığı CHP'yi domine edecek gibi gözükse de, son genel seçimlerdeki AKP üstünlüğü bu seçimi ilginç kılacak. 2009'daki gibi büyük bir oy farkı beklemiyorum ancak Eskişehir Büyükerşen ile devam diyecektir.
•Suriye ile yaşanan gerginlikler, Gezi olayları ve 17 Aralık operasyonu Hatay halkını her ne kadar rahatsız etse de Hatay AKP'nin elinde kalmaya devam edecektir.
•Mersin ise AKP, CHP ve MHP'nin yarışına sahne olmuştu geçen seçimler; ancak özellikle Gezi ve 17 Aralık operasyonu sonrası AKP oylarının eriyeceğini ve seçim CHP-MHP arası bir yarış olacağını kolaylıkla belirtebilirim.
Sonuç olarak şöyle bir bağlama ulaşalım; üç büyükşehir el değiştirmiyor. AKP, büyük farkla elinde tuttuğu illeri gene kazanacak ancak oy farkının az olduğu illerde Gezi ve 17 Aralık'ın ceremesini çekecek; bu iller MHP ve CHP arasında paylaşılacak. AKP oyları 40 doğru puana geri çekilirken, CHP kendini 20-25, MHP ise 15-20 bandında bulacak.
30 Mart için temennim, geçen yıllarda olduğu gibi sandık başında tatsızlıkların yaşanmamasıdır. Temiz bir seçim dileğiyle...
24 Mart 2014 Pazartesi
İlber Ortaylı - Osmanlı'nın En Uzun Yüzyılı [Notlar-Giriş Bölümü]
Sadece Tanzimat ile sınırlandırılamayacak bir olgudur Osmanlı modernleşmesi, kökü daha eskiye uzanır. Osmanlı Modernleşmesine, Avrupalılar ile karşılaşmanın getirdiği bir şok da diyemeyiz. Bu coğrafya yüzyıllardır Avrupa ile ilişkilerde bulunmuş bir coğrafyadır.
Osmanlı tarihine baktığımız da, klasik dönem olarak ifade edilen ilk dört yüzyılda dahi kültürel, siyasi ve toplumsal olarak değişimlerin yaşandığını görürüz. Bu değişimlerdeki tek etken, bir beylikten imparatorluğa geçiş aşamasının varlığı değildir. Toplumlar, yeniliğin dışında kalamaz. Osmanlı için de geçerlidir bu olgu. Klasik dönemde dahi yaşanan bu değişimlerin bir sebebi de, hızlıca değişen yeni çağ dünyasına uyma zorunluluğuydu. Bu değişimleri bu modernleşme; toplumdaki bireylerin değişmesini ve nihayetinde toplumun örgütsel olarak değişmesini kapsar.
Osmanlı toplumunun modernleşmesi, modernleşmenin klasik tanımında olduğu gibi "gelişmiş toplumun kültürünü az gelişmiş olana aktarması" olarak anlaşılamaz. Osmanlı modernleşmesi, zaten var olan değişimin değişmesidir. Osmanlı modernleşmesinde bir dış zorlamadan söz edilemez. Osmanlı, şark; dünyanın değiştiğini, yaşadıkları dünyanın dedelerininkiyle aynı olmadığını fark etti.
Yeni çağ'da Avrupa'lı kendi hayat tarzının üstünlüğün fark etti. Avrupa'lı gelişiyordu, hareket halindeydi, çevresine duyarsız değildi. Doğu ise tamamen hareketsizdi. Değişim oldukça yavaştı. Avrupa, çevresine bakmayı; model almayı çok uzun zaman önce akıl etmişti. Ancak Osmanlı bunu çok geç başarmış ve çok yavaş uygulamıştı. Ancak 18.yy Osmanlı Batıyı ve Rusya'yı yoğun bir şekilde gözlemlemeye başladı. Bu gözlemler adım adım bir aydın kesim yaratırken, aynı zamanda fikir hayatında çalkantıları da beraberinde getirdi.
18. yy'dan itibaren Osmanlı, çevresini ve yaşadığı coğrafyayı daha bilinçli olarak gözlemlemeye başladı. Aydın bir zümre ortaya çıkmıştı. Lügat çalışmaları da bu devirde başlamıştı. Çeviriler arttıkça, Batı'ya olan ilgi arttı. Aydın zümre büyümeye başlamıştı. Osmanlı, aydın zümre ile birlikte kendi konumunu bilen ve diğer devletlerle karşılaştırabilen bir olgu haline geldi.
Coğrafyasını ve çevresini öğrenen Aydın zümre, değişimin temellerini atacaktı. 19.yy osmalısı'nında sahne olduğu olaylar bunlar olacaktı. Islahati Tanzimat, Usul-i Cedit... Kurumlarda yaşanan yenilikle toplumun her kesiminde etkili oluyordu. Tabiki bu yeniliklerin kökü 19. yy da değil Osmanlı'nın tarihindeydi.
Modernleşme sürecinde ortaya Batılılaşma kavramı çıktı. Peki Batı nedir? Bu soruya bir cevap vermek olduk güç. Kimi Avrupa der, kimi ABD ve Japonya'yı da işin içine katar. Hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak Batı kavramının kalıpları da değişir. Sanayi açısında bakarsanız Japonya da batıdır, politik açıdan Hindistan dahi batıda diyebiliriz. Kimileri Helen-Hristiyan kültürü ile sınırlandırmaya çalışır batıyı. Ancak Helen ve Hristiyanlık düşünceleri Doğu toplumlarını hatta Musevilik ve İslamiyet'i dahi etkilemiştir. Batılılaşmayı bir protestanlıpın sonucu olarak görenler de vardır ancak protestanlık yok iken Batı uygarlığı çoktan tarih sahnedindeki yerini hazırlamıştır.
Osmanlı tarihine baktığımız da, klasik dönem olarak ifade edilen ilk dört yüzyılda dahi kültürel, siyasi ve toplumsal olarak değişimlerin yaşandığını görürüz. Bu değişimlerdeki tek etken, bir beylikten imparatorluğa geçiş aşamasının varlığı değildir. Toplumlar, yeniliğin dışında kalamaz. Osmanlı için de geçerlidir bu olgu. Klasik dönemde dahi yaşanan bu değişimlerin bir sebebi de, hızlıca değişen yeni çağ dünyasına uyma zorunluluğuydu. Bu değişimleri bu modernleşme; toplumdaki bireylerin değişmesini ve nihayetinde toplumun örgütsel olarak değişmesini kapsar.
Osmanlı toplumunun modernleşmesi, modernleşmenin klasik tanımında olduğu gibi "gelişmiş toplumun kültürünü az gelişmiş olana aktarması" olarak anlaşılamaz. Osmanlı modernleşmesi, zaten var olan değişimin değişmesidir. Osmanlı modernleşmesinde bir dış zorlamadan söz edilemez. Osmanlı, şark; dünyanın değiştiğini, yaşadıkları dünyanın dedelerininkiyle aynı olmadığını fark etti.
Yeni çağ'da Avrupa'lı kendi hayat tarzının üstünlüğün fark etti. Avrupa'lı gelişiyordu, hareket halindeydi, çevresine duyarsız değildi. Doğu ise tamamen hareketsizdi. Değişim oldukça yavaştı. Avrupa, çevresine bakmayı; model almayı çok uzun zaman önce akıl etmişti. Ancak Osmanlı bunu çok geç başarmış ve çok yavaş uygulamıştı. Ancak 18.yy Osmanlı Batıyı ve Rusya'yı yoğun bir şekilde gözlemlemeye başladı. Bu gözlemler adım adım bir aydın kesim yaratırken, aynı zamanda fikir hayatında çalkantıları da beraberinde getirdi.
18. yy'dan itibaren Osmanlı, çevresini ve yaşadığı coğrafyayı daha bilinçli olarak gözlemlemeye başladı. Aydın bir zümre ortaya çıkmıştı. Lügat çalışmaları da bu devirde başlamıştı. Çeviriler arttıkça, Batı'ya olan ilgi arttı. Aydın zümre büyümeye başlamıştı. Osmanlı, aydın zümre ile birlikte kendi konumunu bilen ve diğer devletlerle karşılaştırabilen bir olgu haline geldi.
Coğrafyasını ve çevresini öğrenen Aydın zümre, değişimin temellerini atacaktı. 19.yy osmalısı'nında sahne olduğu olaylar bunlar olacaktı. Islahati Tanzimat, Usul-i Cedit... Kurumlarda yaşanan yenilikle toplumun her kesiminde etkili oluyordu. Tabiki bu yeniliklerin kökü 19. yy da değil Osmanlı'nın tarihindeydi.
Modernleşme sürecinde ortaya Batılılaşma kavramı çıktı. Peki Batı nedir? Bu soruya bir cevap vermek olduk güç. Kimi Avrupa der, kimi ABD ve Japonya'yı da işin içine katar. Hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak Batı kavramının kalıpları da değişir. Sanayi açısında bakarsanız Japonya da batıdır, politik açıdan Hindistan dahi batıda diyebiliriz. Kimileri Helen-Hristiyan kültürü ile sınırlandırmaya çalışır batıyı. Ancak Helen ve Hristiyanlık düşünceleri Doğu toplumlarını hatta Musevilik ve İslamiyet'i dahi etkilemiştir. Batılılaşmayı bir protestanlıpın sonucu olarak görenler de vardır ancak protestanlık yok iken Batı uygarlığı çoktan tarih sahnedindeki yerini hazırlamıştır.
18 Mart 2014 Salı
Orta Çağ'da Toplum: Kilise
Kilise
Kilise feodalitenin en önemli unsurlarında biridir. Kimi dönemlerde en güçlü unsur olmuşken kimi dönemlerde ise kralın hemen altındaki güç olarak kalmıştır. Güç bakımından yeri sabit olmasa da, Kilise'nin önemi bambaşkaydı. Kilise her krallıktan daha köklü ve daha sürekliydi; Tüm Hristiyan dünyasında söz sahibiydi. Bu nedenle hiç bir kral, kiliseyi karşısına almamış; yanına çekmiştir.
Kilise, Orta Çağ Avrupa'sındaki en büyük toprak sahibiydi. Avrupa'daki toprakların neredeyse %40'ı Kilise'ye aitti. Peki nasıl oldu da Kilise bu denli fazla toprak sahibi oldu? Tabiki de elinde bulundurduğu manevi güç ile... Kilise üç şekilde toprak kazanmıştır:
•Ölmeden önce günahlarında arınmak isteyen, Tanrının gözüne girmek isteyen bireyler kiliseye toprak bağışlıyordu.
•Kilise, dönem Avrupa'sında öksüzlere yurtlar açıyor, hastaları tedavi etmek için uğraşıyordu. Bu konuda yardım etmek isteyen soylular Kilise'ye toprak bağışlıyordu.
•Kimi krallar, Kilise ve Tanrı ile iyice yakındılar. Fethettikleri toprakların bir kısmını Kilise'ye bağışlıyorlardı.
Toprak aldıkça zenginleşmiş, zenginleştikçe güçlenmiştir kilise. Hatta çoğu zaman Kral'a eş yetkilere dahi sahip olmuştur Kilise.
Kilise, feodalitenin ilk zamanlarında ilerici ve canlı bir öğeydi. Roma İmparatorluğu kültürünü iyice muhafaza etmişti. Öksüzlere, hastalara yardım etmekteydi. Ancak zamanla işin rengi değişti. büyük topraklar sürekli parçalanırken, Kilise sürekli toprak kazanıyordu. Hal böyle olunca zamanla Kilise üzerinde kontrol unsuru kalmadı ve başına buyruk hareket etmeye başladı. Feodalitenin ilk dönemlerinde halkın yanında yer alan Kilise, son zamanlarda halkın zulmedeni olmuştu. Her konuda kilise, halkı vergiye bağlamıştı. Hatta kimileri, fakirlere yardım eden Kilise'nin aslında fakirliği yaratan yegane unsur olduğunu iddia etmiştir.
Kilise öylesine tepki toplamıştır ki; yeni dönem Avrupa'sında kendisine yer bulamayacak, itibarsızlaştırılacak ve güçsüzleştirilecektir...
Kilise feodalitenin en önemli unsurlarında biridir. Kimi dönemlerde en güçlü unsur olmuşken kimi dönemlerde ise kralın hemen altındaki güç olarak kalmıştır. Güç bakımından yeri sabit olmasa da, Kilise'nin önemi bambaşkaydı. Kilise her krallıktan daha köklü ve daha sürekliydi; Tüm Hristiyan dünyasında söz sahibiydi. Bu nedenle hiç bir kral, kiliseyi karşısına almamış; yanına çekmiştir.
Kilise, Orta Çağ Avrupa'sındaki en büyük toprak sahibiydi. Avrupa'daki toprakların neredeyse %40'ı Kilise'ye aitti. Peki nasıl oldu da Kilise bu denli fazla toprak sahibi oldu? Tabiki de elinde bulundurduğu manevi güç ile... Kilise üç şekilde toprak kazanmıştır:
•Ölmeden önce günahlarında arınmak isteyen, Tanrının gözüne girmek isteyen bireyler kiliseye toprak bağışlıyordu.
•Kilise, dönem Avrupa'sında öksüzlere yurtlar açıyor, hastaları tedavi etmek için uğraşıyordu. Bu konuda yardım etmek isteyen soylular Kilise'ye toprak bağışlıyordu.
•Kimi krallar, Kilise ve Tanrı ile iyice yakındılar. Fethettikleri toprakların bir kısmını Kilise'ye bağışlıyorlardı.
Toprak aldıkça zenginleşmiş, zenginleştikçe güçlenmiştir kilise. Hatta çoğu zaman Kral'a eş yetkilere dahi sahip olmuştur Kilise.
Kilise, feodalitenin ilk zamanlarında ilerici ve canlı bir öğeydi. Roma İmparatorluğu kültürünü iyice muhafaza etmişti. Öksüzlere, hastalara yardım etmekteydi. Ancak zamanla işin rengi değişti. büyük topraklar sürekli parçalanırken, Kilise sürekli toprak kazanıyordu. Hal böyle olunca zamanla Kilise üzerinde kontrol unsuru kalmadı ve başına buyruk hareket etmeye başladı. Feodalitenin ilk dönemlerinde halkın yanında yer alan Kilise, son zamanlarda halkın zulmedeni olmuştu. Her konuda kilise, halkı vergiye bağlamıştı. Hatta kimileri, fakirlere yardım eden Kilise'nin aslında fakirliği yaratan yegane unsur olduğunu iddia etmiştir.
Kilise öylesine tepki toplamıştır ki; yeni dönem Avrupa'sında kendisine yer bulamayacak, itibarsızlaştırılacak ve güçsüzleştirilecektir...
Orta Çağ'da Toplum: Şövalyeler ve Lortlar
Şövalyeler(Lortlar)
Günümüzde temel ihtiyaç gereksinimlerimizi karşılamak için fabrika, maden, demir yolu, toprak gibi unsurlardan çeşitli makinelere ihtiyaç duyarız. Bu makinelerden kaçına, ne kadarına sahip olduğunuza göre zengin olarak nitelendirilir ya da nitelendirilmezsiniz. Ancak Orta Çağ Avrupa'sında işler farklıydı. Gereksinimleri karşılamak için gerekli yegane unsur topraktı. Topak demek üretim demekti, üretim demek zenginlik demekti, zenginlik demek ise güç demekti. Orta Çağ'da güç dengelerinde belirleyici unsur topraktı.
Toprağın güç demek olduğu Orta Çağ Avrupa'sında bu denli fazla savaşların görülmüş olmasına şaşmamalı. Bu savaşlar, Orta Çağ Avrupa'sını "feodal" hale getiren savaşlardı. Büyük Toprak sahipleri(krallar), bölgelerinde güçlü bir konuma gelebilmek için olabildiğinde Lordu kendilerine bağlamaya çalışmışlardır. Lortlardan(ya da şövalyelerden) askeri güce sahip soylular olarak söz edebiliriz. Kral ayakta kalabilmek istiyorsa, olabildiğince Lordu kendisine bağlamalıydı, bu da ancak elindeki toprağı dağıtmakla mümkün olabiliyordu. Bu zorunluluk, daha önce de belirttiğim gibi büyük arazilerin bölünüp Avrupa'nın feodal bir hal almasına sebep oldu.
Toprak alan Lorddan beklenen yegane şey; krala bağlılık ve askeri hizmetti. İstenildiği taktirde, belirli sayıda silahlı ve donanmış asker sağlamak lordun göreviydi. Bunun haricinde eğer Kral; ya da toprağın asıl sahibi esir düşerse, kefaletini ödemek gene ona bağlı olan Lortların göreviydi. Bir Lort öldüğünde ise, varisi; toprağın asıl sahibine bir miktar vergi vererek toprağı tekrar kiralayabilirdi. Böylelikle feodal sistemin devamlılığı da sağlanırdı.
Tabiki tüm bu parçalanmalar, merkezi otoriteyi yok etti. Tarih Krallardan daha güçlü Lortların varlığına şahit oldu. Avrupa'nın bu otorite boşluğu, doğudan gelen Osmanlı tehlikesiyle baş edememesine neden oldu; Avrupa, doğunun gücü karşısında boyun eğdi. Ancak Avrupa üzerindeki ölü deriyi atacak ve güç dengelerini değiştirecektir tarih çizgisinin ilerleyen dönemlerinde...
Günümüzde temel ihtiyaç gereksinimlerimizi karşılamak için fabrika, maden, demir yolu, toprak gibi unsurlardan çeşitli makinelere ihtiyaç duyarız. Bu makinelerden kaçına, ne kadarına sahip olduğunuza göre zengin olarak nitelendirilir ya da nitelendirilmezsiniz. Ancak Orta Çağ Avrupa'sında işler farklıydı. Gereksinimleri karşılamak için gerekli yegane unsur topraktı. Topak demek üretim demekti, üretim demek zenginlik demekti, zenginlik demek ise güç demekti. Orta Çağ'da güç dengelerinde belirleyici unsur topraktı.
Toprağın güç demek olduğu Orta Çağ Avrupa'sında bu denli fazla savaşların görülmüş olmasına şaşmamalı. Bu savaşlar, Orta Çağ Avrupa'sını "feodal" hale getiren savaşlardı. Büyük Toprak sahipleri(krallar), bölgelerinde güçlü bir konuma gelebilmek için olabildiğinde Lordu kendilerine bağlamaya çalışmışlardır. Lortlardan(ya da şövalyelerden) askeri güce sahip soylular olarak söz edebiliriz. Kral ayakta kalabilmek istiyorsa, olabildiğince Lordu kendisine bağlamalıydı, bu da ancak elindeki toprağı dağıtmakla mümkün olabiliyordu. Bu zorunluluk, daha önce de belirttiğim gibi büyük arazilerin bölünüp Avrupa'nın feodal bir hal almasına sebep oldu.
Toprak alan Lorddan beklenen yegane şey; krala bağlılık ve askeri hizmetti. İstenildiği taktirde, belirli sayıda silahlı ve donanmış asker sağlamak lordun göreviydi. Bunun haricinde eğer Kral; ya da toprağın asıl sahibi esir düşerse, kefaletini ödemek gene ona bağlı olan Lortların göreviydi. Bir Lort öldüğünde ise, varisi; toprağın asıl sahibine bir miktar vergi vererek toprağı tekrar kiralayabilirdi. Böylelikle feodal sistemin devamlılığı da sağlanırdı.
Tabiki tüm bu parçalanmalar, merkezi otoriteyi yok etti. Tarih Krallardan daha güçlü Lortların varlığına şahit oldu. Avrupa'nın bu otorite boşluğu, doğudan gelen Osmanlı tehlikesiyle baş edememesine neden oldu; Avrupa, doğunun gücü karşısında boyun eğdi. Ancak Avrupa üzerindeki ölü deriyi atacak ve güç dengelerini değiştirecektir tarih çizgisinin ilerleyen dönemlerinde...
Orta Çağ'da Toplum: Serfler
Orta çağ'a dair okuduğumuz her hikayede, izlediğimiz he filmde gözümüze takılan yegane şey; şık giyinen din adamları ve ağır bir zırha sahip şövalyelerdir. Bu dağı görünen tarafıdır sadece. Bir de bu din adamlarını-askerleri besleyen, giydiren; onlar için üreten bir kesim vardr. Orta Çağ'da bunlara Self adı verilmiştir. Selfler köylülerdir. Orta çağ'ın sosyal-ekonomik profili işte budur: Dua edenler, savaşanlar, çalışanlar....
Peki nerede çalışıyordu bu serfler? Orta çağ Avrupa'sından bahsediyoruz; elbetteki bu dönemde üretim araçlar ve fabrikalar yok. Serfler üretimi tarlalardan, çiftliklerden sağlamaktaydı. Orta Çağ'da Avrupa'da çiftlikler; malikane adıyla anılmıştır. Her malikanenin bir beyi-lordu vardır. Malikanenin sahip olduğu ekim alanları ikiye ayrılırdı. İlk kısım, tamamen loda aitti; tüm verim lordundu. İkinci kısım ise serflere aitti; her serfin kendi toprağı vardı ve burada elde ettiği verim ile hayatını sürdürürdü.
Evet, serfler için çizdiğimiz ilk profil; olum bir profil gibi. Kendi toprakları var, hayatları kolay gibi düşünebiliriz. Ancak serfler hayatlarını sefil bir halde sürmüştür. Peki neden? Çünkü selflerin, lorda karşı önemli bir sorumlulukları vardı; haftanın iki ya da üç günü lordun toprağını işlemeye giderlerdi. Bununla da sınırlı kalmıyor tabiki; hasat dönemi ilk olarak lordun toprağından hasat alnırdı... Bir fırtına mı yaklaşıyor; öncelik lordun toprağındaki ürünleri korumaktı... Hal böyle olunca, her ne kadar toprağı olsa da selflerin topraktan gelirleri bir hayli azdı.
O günlere dair şöyle bir deyiş vardı:
Şişman tavuk veya kaz varsa
Beyaz undan ekmeği kalmışsa
Bey gelir çöreklenir üstüne hepsinin
Peki Serfler köle midir?
Bu kadar kıt haklara sahip iken Serflerin bir köle olduğunu düşünebiliriz. Serfler ile köleler arasında şöyle önemli bir ayrım vardır; köle aileler parçalanabilir, aile bireyleri farklı lordlara satılabilir. Serfler ise ailelerini bir arada tutma hakkına sahiptirler. Ne kötü muamele görseler de serflerin güvenlik güvenceleri, evleri ve toprakları vardı. Serflere köle demek uygun olmaz bu sebeplerle.
Serfliğin Dereceleri
Derece olarak nitelendirmek doğru olmasa da, farklı görev ve özgürlüklere sahip serfler mevcuttu. Her zaman lordun toprağında çalışlan demesneler, kendi toprağı olan bordarlar ve toprağı olmayıp kendi evi olan cotterlar olmak üzere üç farklı gruptan söz edebiliriz.
Bunların dışında, serflerden daha özgür olan serbest köylüler(villein) vardı. Lord, serflere istediği an görev verebilir; istediğini yaptırabilir ancak villein'ın görevleri sabittir. Villeinlerın krala karşı sorumluluklara daha azdır.
Serflerin Önemi
Serf toprağa tamamen bağımlıdır. Lord; serflerin kendi için, kendine hizmet için varolduklarını düşünürdü. Lord için serfin bir binek hayvanından daha değerli bir yanı yoktu. Döenm Avrupa'sında bir serf 38 su'ya satılırken bir beygir ise 100 su'ya satılırdı.
Serfler toprağı asla bırakamazlardı; malikane gelenekleri ile bu tamamen yasaklanmıştı. Toprağını bırakan serfe ağır yaptırımlar uygulanırdı.
Peki nerede çalışıyordu bu serfler? Orta çağ Avrupa'sından bahsediyoruz; elbetteki bu dönemde üretim araçlar ve fabrikalar yok. Serfler üretimi tarlalardan, çiftliklerden sağlamaktaydı. Orta Çağ'da Avrupa'da çiftlikler; malikane adıyla anılmıştır. Her malikanenin bir beyi-lordu vardır. Malikanenin sahip olduğu ekim alanları ikiye ayrılırdı. İlk kısım, tamamen loda aitti; tüm verim lordundu. İkinci kısım ise serflere aitti; her serfin kendi toprağı vardı ve burada elde ettiği verim ile hayatını sürdürürdü.
Evet, serfler için çizdiğimiz ilk profil; olum bir profil gibi. Kendi toprakları var, hayatları kolay gibi düşünebiliriz. Ancak serfler hayatlarını sefil bir halde sürmüştür. Peki neden? Çünkü selflerin, lorda karşı önemli bir sorumlulukları vardı; haftanın iki ya da üç günü lordun toprağını işlemeye giderlerdi. Bununla da sınırlı kalmıyor tabiki; hasat dönemi ilk olarak lordun toprağından hasat alnırdı... Bir fırtına mı yaklaşıyor; öncelik lordun toprağındaki ürünleri korumaktı... Hal böyle olunca, her ne kadar toprağı olsa da selflerin topraktan gelirleri bir hayli azdı.
O günlere dair şöyle bir deyiş vardı:
Şişman tavuk veya kaz varsa
Beyaz undan ekmeği kalmışsa
Bey gelir çöreklenir üstüne hepsinin
Peki Serfler köle midir?
Bu kadar kıt haklara sahip iken Serflerin bir köle olduğunu düşünebiliriz. Serfler ile köleler arasında şöyle önemli bir ayrım vardır; köle aileler parçalanabilir, aile bireyleri farklı lordlara satılabilir. Serfler ise ailelerini bir arada tutma hakkına sahiptirler. Ne kötü muamele görseler de serflerin güvenlik güvenceleri, evleri ve toprakları vardı. Serflere köle demek uygun olmaz bu sebeplerle.
Serfliğin Dereceleri
Derece olarak nitelendirmek doğru olmasa da, farklı görev ve özgürlüklere sahip serfler mevcuttu. Her zaman lordun toprağında çalışlan demesneler, kendi toprağı olan bordarlar ve toprağı olmayıp kendi evi olan cotterlar olmak üzere üç farklı gruptan söz edebiliriz.
Bunların dışında, serflerden daha özgür olan serbest köylüler(villein) vardı. Lord, serflere istediği an görev verebilir; istediğini yaptırabilir ancak villein'ın görevleri sabittir. Villeinlerın krala karşı sorumluluklara daha azdır.
Serflerin Önemi
Serf toprağa tamamen bağımlıdır. Lord; serflerin kendi için, kendine hizmet için varolduklarını düşünürdü. Lord için serfin bir binek hayvanından daha değerli bir yanı yoktu. Döenm Avrupa'sında bir serf 38 su'ya satılırken bir beygir ise 100 su'ya satılırdı.
Serfler toprağı asla bırakamazlardı; malikane gelenekleri ile bu tamamen yasaklanmıştı. Toprağını bırakan serfe ağır yaptırımlar uygulanırdı.
17 Mart 2014 Pazartesi
AKP'nin İzmir Mitingi
16 Mart günü AKP'nin İzmir mitingi gerçekleşti.
Ana muhalefetin kalesi olarak görülen İzmir'de yapılan bu mitingi tüm Türkiye dikkatle izledi. Gündoğdu meydanında gerçekleşen mitinge gerçekten inanılmaz bir katılm sağlandı.
Tabiki de burada inkâr edilemeyecek yegane şey, şehir dışından İzmir'e getirilen seçmenlerdir. Büyükşehirlerde yapılan bu tür mitinglere, çevre illerden seçmenlerin getirilmesi ilk defa karşılaşılan bir durum değil. Çoğu zaman partiler böyle adımlar atar. Ama AKP'nin bu miting için normalin üstünde bir çaba gösterdiği ortada.
Peki neden AKP, dışarıdan seçmen getirmeye ihtiyaç duydu?
Öncelikle arkadaşlar, dışarıdan seçmen getirilmese meydanın boş kalması gibi bir durum söz konusu değil. İzmir, CHP'nin kalesi olarak bilinse de AKP'nin burada aldığı oy sayısı hiç de az değildir. 2011 Genel Seçimlerinde AKP, İzmir'den 924.976(%36.86) oy alarak, CHP'nin 7 puan arkasında ikinci parti olmayı başarmıştır. Yani Gündoğdu'yu dolduracak bir kitlesi tabiki var Erdoğan'ın.
Burada amaçlanan şey meydanı doldurmak değildi. Amaç CHP'nin kalesinde güç gösterisi yapmaktı. Olabildiğince büyük bir kalabalık toplanmak istedi, dış illerden gelen seçmenler ile bu sağlandı. Gündoğdu doldu taştı, Cumhuriyet mitinglerine yakın bir kalabalık toplandı neredeyse. Kabul edelim ki, AKP'nin bu adımı gayet sıkıydı. Bir yandan İzmir'i ne denli istediğini tüm Türkiye'ye gösterdi, bir yandan CHP'ye seçim için çok da rahat olmaması konusunda göz dağı verdi. İzmir Mitinginde AKP, aradığını buldu.
Miting gayet coşkulu geçti, Erdoğan'ın ve belediye başkan adaylarının keyfi yerindeydi. Erdoğan geldi ve grubu için görevini yaptı. Sonuçlarını 30 Mart gecesi göreceğiz.
Miting öncesi AKP aracına hareket çekilmesi, mitinge gelenlerin çevrede oturanlara hakaret etmesi gibi çirkinliklere de sahne oldu maalesef İzmir mitingi. Umarım sonraki mitinglerde bu tür görüntülere rastlanmaz.
Yazımın sonunda şu "Akdeniz'in İncisi" meselesine değinmeyi de uygun görüyorum. Biliyorsunuz ki Başbakan, İzmir'e "Akdeniz'in İncisi" diye hitap edince sosyal medya'da yerden yere vurulmuştu. İzmir'de yaşamayan arkadaşların, bu söylemi komik bulmalarını anlarım ancak İzmir'li arkadaşların da durumu yadırgaması beni şaşırttı açıkcası. Neyse, İzmir Fuarı'nda Lozan Kapısından çıktıktan sonra karşınızda bir dünya heykeli çıkar. Bu heykelin üzerinde yazan "Akdeniz'in İncisi İzmir" yazsı, bu konudaki spekülasyonları bitirmeye yeter umarım. ...
Ana muhalefetin kalesi olarak görülen İzmir'de yapılan bu mitingi tüm Türkiye dikkatle izledi. Gündoğdu meydanında gerçekleşen mitinge gerçekten inanılmaz bir katılm sağlandı.
Tabiki de burada inkâr edilemeyecek yegane şey, şehir dışından İzmir'e getirilen seçmenlerdir. Büyükşehirlerde yapılan bu tür mitinglere, çevre illerden seçmenlerin getirilmesi ilk defa karşılaşılan bir durum değil. Çoğu zaman partiler böyle adımlar atar. Ama AKP'nin bu miting için normalin üstünde bir çaba gösterdiği ortada.
Peki neden AKP, dışarıdan seçmen getirmeye ihtiyaç duydu?
Öncelikle arkadaşlar, dışarıdan seçmen getirilmese meydanın boş kalması gibi bir durum söz konusu değil. İzmir, CHP'nin kalesi olarak bilinse de AKP'nin burada aldığı oy sayısı hiç de az değildir. 2011 Genel Seçimlerinde AKP, İzmir'den 924.976(%36.86) oy alarak, CHP'nin 7 puan arkasında ikinci parti olmayı başarmıştır. Yani Gündoğdu'yu dolduracak bir kitlesi tabiki var Erdoğan'ın.
Burada amaçlanan şey meydanı doldurmak değildi. Amaç CHP'nin kalesinde güç gösterisi yapmaktı. Olabildiğince büyük bir kalabalık toplanmak istedi, dış illerden gelen seçmenler ile bu sağlandı. Gündoğdu doldu taştı, Cumhuriyet mitinglerine yakın bir kalabalık toplandı neredeyse. Kabul edelim ki, AKP'nin bu adımı gayet sıkıydı. Bir yandan İzmir'i ne denli istediğini tüm Türkiye'ye gösterdi, bir yandan CHP'ye seçim için çok da rahat olmaması konusunda göz dağı verdi. İzmir Mitinginde AKP, aradığını buldu.
Miting gayet coşkulu geçti, Erdoğan'ın ve belediye başkan adaylarının keyfi yerindeydi. Erdoğan geldi ve grubu için görevini yaptı. Sonuçlarını 30 Mart gecesi göreceğiz.
Miting öncesi AKP aracına hareket çekilmesi, mitinge gelenlerin çevrede oturanlara hakaret etmesi gibi çirkinliklere de sahne oldu maalesef İzmir mitingi. Umarım sonraki mitinglerde bu tür görüntülere rastlanmaz.
Yazımın sonunda şu "Akdeniz'in İncisi" meselesine değinmeyi de uygun görüyorum. Biliyorsunuz ki Başbakan, İzmir'e "Akdeniz'in İncisi" diye hitap edince sosyal medya'da yerden yere vurulmuştu. İzmir'de yaşamayan arkadaşların, bu söylemi komik bulmalarını anlarım ancak İzmir'li arkadaşların da durumu yadırgaması beni şaşırttı açıkcası. Neyse, İzmir Fuarı'nda Lozan Kapısından çıktıktan sonra karşınızda bir dünya heykeli çıkar. Bu heykelin üzerinde yazan "Akdeniz'in İncisi İzmir" yazsı, bu konudaki spekülasyonları bitirmeye yeter umarım. ...
15 Mart 2014 Cumartesi
30 Mart Seçimlerinde 3 Büyükşehir
Malum önümüz seçim.
Bol şarkılı, bol türkülü seçim araçları sokaklarda cirit atmaya başladı bile.
Sokak direkleri, otobüs durakları, dağ taş; her yere seçim afişleri yapıştırılıyor adım adım.
Ve seçim dönemlerimizin vazgeçilmezi olarak; kaldırım ve yol çalışmaları gene başladı.
Bu dönem; belediyenin, 4 yıl boyunca görmezden geldiği kenar semtleri hatırlama günüdür aynı zamanda.
Ve tabi ki her araştırma şirketi, kendine yakın olan partiyi önde gösterecek. Seçimin en önemli(!) noktasıdır bu.
Tabi ki seçim döneminde herkesin gözü Ankara, İstanbul ve İzmir'de olacak.
Üç şehirde de iktidar ve ana muhalefetin çekişmesi yaşanacak.
Peki neler olacak?
İstanbul...
AKP'nin adayı tekrar Topbaş oldu. Oy tabanı belli, alacağı minimum oy oranı belli. Burada seçimi belirleyici isim Mustafa Sarıgül olacaktır. Sarıgül, İBB başkanlığı için CHP kadrosundaki en uygun isimdi, adaylığı çok isabetli bir adım. Muhafazakar kimliğiyle, AKP'nin tabanından oy koparabilirse başa baş bir seçim izleyeceğiz. Ama kişisel görüşüm, Mustafa Sarıgül'ün bu muhafazakar kimliği CHP'ye yetmeyeceği yönünde. Topbaş'ın tekrar İBB Başkanlığı görevine geleceğini düşünüyorum.
Ankara...
2009 seçimlerinde MHP yaklaşık %27'lik bir oy oranına sahipti. Geçen yıllar içerisinde mhp, pasif siyaseti sebebiyle oy kaybedecek gibi gözüküyor. MHP oy kaybı yaşayacak ve oyları iktidar ile ana muhalefet partileri arasında paylaşılacaktır. CHP'nin Mansur Yavaş taktiği kağıt üzerinde iyi görünse de, seçimleri CHP'ye kazandıracak bir adım değildir. Ankara halkı tekrardan Gökçek diyecektir şüphesiz.
Ankara için şöyle bir dipnot düşmek istiyorum; sosyal medyada yaptıkları sebebiyle Melih Gökçek'in tekrar aday gösterilmesini beklemiyordum. AKP'nin başka bir aday göstermesini umuyordum. Gökçek'in tekrar aday gösterilmesi açıkçası şaşırttı beni, başbakanın adayları belirlerken daha duyarlı davranmasını beklerdim.
İzmir...
Hayatımın 17 yılını İzmir’de geçirdim. Priştina'nın talihsiz bir şekilde ayrıldığı tahtı dolduran Aziz Kocaoğlu maalesef İzmir'e hak ettiği hizmeti veremedi. Adının geçtiği yolsuzluk davası da CHP için ayrı bir eksi. Ama İzmir'in şöyle bir geleneği var: Siz bir adet taş parçasını CHP'den aday yapın; o bile gayet yüksek bir oy alır. Her şehrimizde insanlar hizmete değil partiye oy verir; İzmir'de durum daha gözle görülebilir bir durumda. Hal böyle iken AKP her ne kadar Binali Yıldırım gibi güçlü bir isim aday gösterse de İzmir'i alamayacaktır. Oy oranları birbirine yaklaşabilir ancak bunun ötesini hayal etmek dahi güç.
Sonuç olarak, gösterilen adaylar; partilerin, yerel seçimleri seçimleri ne denli ciddiye aldığını gayet net gösterse de üç büyükşehirde yönetim değişimi beklemiyorum.
Bol taraflı seçim anketleri ile dolu; bol şarkılı seçim arabalarıyla dolu bir seçim dönemi dilerim herkese...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)